Seyyid Abdülhakim Arvasi hazretleri “kuddise sirruh", Beşiktaş Sinanpaşa camiinde vaaz ediyordu bir gün.
Vaaz bitip çıktı dışarı.
Baktı, kapı önünde bir saray arabası.
Kibar bir bey yaklaştı kendisine:
- Efendi hazretleri! Sultan Vahideddin size selam ediyor. Zat-ı alinizi iftar için saraya çağırıyor.
Bindi arabaya.
Geldiler saraya.
İstanbul’un en mümtaz hocası, vaizi, imamı, oradaydı.
Mükellef bir yemekten sonra sermuhasip seslendi cemaate:
- Efendiler! Sultanın cümlenize selamı ve bir hususta sizden ricaları var.
Herkes merakla dinliyordu.
Devam etti sözlerine:
- Malumunuz şu anda bütün Anadolu halkı düşmanla çarpışıyor. Onlara dua ediniz. Kuva-yı milliyenin galip gelmesi için halkı teşvik ediniz. Öyle ki, eli silah tutan cepheye koşsun. Para ve silah takviyesi için de milleti teşvik ediniz. Tâ ki kurtulsun vatanımız düşman işgalinden.
Şöyle bitirdi:
- Sultanın ricası budur sizden.
Abdülhakim Efendi, sarıldı bu davaya.
Ve çok insanı gönderdi Anadolu’ya.
İki mendil hediye
Sultan Vahideddin Han, Hırka-i seadeti ziyaret edecekti.
Yanında Abdülhakim Efendi de olsun istedi.
Birini gönderip davet etti.
İleri gelen devlet adamları da vardı yanında, birçok din adamı da.
Seyyid Abdülhakim Efendi, davet üzerine saraya vardı.
Yanında Şakir Efendi de vardı.
Az sonra teşrif etti sultan.
Cemaat arasından vakarla geçip Hırka-i seadet odasının kapısına kadar geldi ve ansızın durup sordu:
- Abdülhakim Efendi nerededir?
Kimse tanımıyordu bu isimde birini.
Gerilerde buldular kendisini.
Büyük Veli, geldi padişahın yanına.
Bir "Dünya sultanı" ile bir "Ahiret sultanı", “Kâinatın sultanı”nın mübarek hırkasını ziyaret edecekti.
Edeple içeri girdiler.
Büyük bir hürmetle ziyaret eylediler.
Sultan, “Teberrük olsun” diye, herkese birer mendil verdi o gün.
Ama Abdülhakim Efendiye iki mendil verdi.
Ziyaret bitince, büyük Veli, geldi Şakir Efendi’nin yanına.
Buyurdu ki:
- Bunu, Sultan gönderdi sana!
|