Bendeniz (Abdüllatif Uyan), Ahmet Mekki Efendi’nin “rahmetullahi aleyh“ yanında “müftülük katibi” olarak çalışıyor, bir taraftan da üniversiteye devam ediyordum.
Annem ve babam, hem okuyup hem de çalışmama razı olmadılar.
- Biz sana her ay para göndeririz. O işten ayrıl, dediler.
Her ne kadar;
- Mübarek bir zatın yanında çalışıyorum. Kendisi hem büyük alim, hem de seyyiddir, dediysem de;
Onlar yine;
- Hayır, ayrılacaksın. Yoksa hakkımızı helal etmeyiz, dediler.
Bunu, Müftü Efendiye arzettim.
Kabul etmeyip;
- Ayrılmana rızam yok! buyurdu.
Zor durumda kalmıştım.
O zamanki cahilliğime göre karar verip ertesi gün işe gitmedim.
Bir ay böyle geçti.
Artık kendisine görünmemeye çalışıyor,
evde oturup derslerime çalışıyordum.
Bir akşam abimlere (Lütfü Uyan) gitmiştim.
Otururken kapı çalındı.
Açtığımızda, Ahmet Mekki Efendi’yi gördük kapıda.
Eyvah! Dondum kaldım.
Ne yapacağımı, nereye saklanacağımı bilemedim.
Adeta yakalanmıştım.
Çok utandım.
Çünkü kendisini dinlememiş, bir aydır işe gitmemiştim.
Ama o, hiçbir şey olmamış gibi davrandı bana.
Eskisi gibi şefkat ve sevgi gösterdi.
Halimi hatırımı sordu.
Ve bir ara, cebinden “bir zarf” çıkarıp uzattı bana.
Ben, "Bu nedir?" diye sorar gibi yüzüne bakınca;
- Bu ayki maaşın, buyurdu.
Meğer istifa muamelesi yapmamış hakkımda.
Üstelik de benimle karşılaşacağını bilirmiş gibi maaşımı cebine koyup da gelmiş.
Bir ay daha geçti.
Ben yine işe gitmedim.
Ama ay sonunda yine karşılaştık aynı evde.
Yine cebinden çıkarıp maaşımı verdi bana.
Meğer bir bildiği varmış mübarek zatın.
İki gün sonra babamdan bir telgraf gelmiş müftülüğe.
“Oğlum Abdüllatif ayrılmasın. İşine devam etsin” diye yazıyormuş rahmetli babam.
Mesele anlaşılmıştı.
Meğer böyle olacağını bildiği için öyle yapmış mübarek zat.
Bana bakıp;
- Geçen ay gelmediğini, bu yılın senelik iznine saydım. Bu ayı ise, gelecek senenin iznine mahsub ettim, buyurdu.
Nur içinde yatsın.
|