Bendenizin (Abdüllatif Uyan), Seyyid Ahmet Mekki Efendi’nin “rahmetullahi aleyh“ yanında çalıştığım senelerde, oğullarından Baha bey bağırsak kanserine yakalanmıştı.
Ahmet Mekki Efendi, oğlunun hastalığına çok fazla üzülüyor, birlikte ziyaretine gidiyorduk sık sık.
Her gidişinde, Yusüf suresini okuyordu üzerine.
Her vaazının sonunda, uzun uzun dualar ediyor, şifa bulması için Allahü teâlâya yalvarıyordu.
Ne gerekiyorsa yapıyor, kendini paralıyordu adeta.
Ben kendi kendime;
"Baha Bey vefat ederse, üzüntüden mübarek zata bir hâl olur" diyordum.
Ve bir gün acı haber geldi.
Hemen koşup o eve gittim.
Yolda hep Ahmet Mekki Efendi’yi düşünüyordum.
Acaba ne haldeydi?
“Herhalde kendinde değildir” diyordum.
Baygın vaziyette bulacağımı tahmin ediyordum.
Bu düşüncelerle eve varıp içeri girdiğimde çok şaşırdım.
Zira mübarek zat neşeli görünüyor, gelenleri güler yüzle karşılıyordu.
“Cenaze evi” değildi sanki.
Bir an için, bir “Bayram evi”nde olduğumu zannettim.
“İşte büyüklük budur” dedim kendi kendime.
Tevekkülün, kadere rızanın, ve Hakka teslimiyetin müşahhas bir misalini görmüştüm orada.
Allah razı olsun
Ahmet Mekki Efendi anlatmıştı:
Ben gençliğimde Van’da ilim okurken, bir ara dersi bırakıp, bahçede boş boş geziniyordum ki, yaşlı bir tanıdığım beni gördü.
Yanıma gelerek;
"Tû sana, dedi. Sen Abdülhakim Efendinin oğlu olasın da, içerde ders yapılırken, böyle buralarda boş boş vakit geçiresin, yazıklar olsun!
Çok utandım.
Haklıydı çünkü.
Bu sözler, bana öyle tesir etti ki, o günden sonra kendimi ilme verdim tamamen.
Ne zaman gevşeklik yapacak olsam, hemen o ihtiyarın sözünü hatırlar, derslerime sarılırdım.
Allah ondan razı olsun.
Nur içinde yatsın.
Yıllar geçtiği halde, o zatı rahmetle anıyor, ruhuna “Fatiha” gönderiyorum.
|