Evliyanın en büyüklerinden Behaeddin-i Buhari “kuddise sirruh” hazretleri, bir gün;
- Din, nasihattir, buyurdu. Herkes, elinde ne imkan varsa, onunla dine hizmet etmeli, Allah’ın kullarına emr-i marufta bulunmalıdır.
Sordular:
- Nasıl emr-i maruf yapalım efendim?
Cevaben;
- İlmi olan, ilmiyle. Malı olan, malıyla. Mevkisi olan, mevkisiyle, buyurdu.
Sonra şunu anlattı:
Hazret-i Ömer “radıyallahü anh”, eshab-ı kiramın büyüklerinden birini, bir şehre vali tayin etmiş ve birkaç sahabi ile kendisini uğurlarken ayaküstü nasihat etmiş.
- Gittiğin yerde sakın Allah’a şirk koşma! Beş vakit namazını evvelki vakitlerinde kıl! Ramazan gelince oruçlarını tut! Zengin olursan zekatını ver ve hacca git! Ve asla yalan söyleme! buyurmuş.
Ve uğurlamış kendisini.
O gidince, eshab-ı kiram;
- Ey halife! Bunlar zaten bilinen şeyler. Kaldı ki bu zat, eshabın büyüğü ve Cennetle müjdelenmiş bir kişi. Böyle nasihat etmenizin hikmetini anlayamadık, demişler.
Buyurmuş ki:
- Din, nasihattir kardeşlerim. Bildiği şeyler de olsa en mühim hususları söyledim kendisine. Bunlardan daha mühim şey yok ki. Başka ne söyleseydim?
Dünyayı terk etmek nedir?
Bir gün de sohbetinde;
- Dünyayı terk etmek demek, kalbin onu sevmemesi, ona düşkün olmaması, kıymet vermemesi demektir, buyurdu.
Sordular
- Ona düşkün olmamak nasıl anlaşılır efendim?
- Varlığı ile yokluğu eşit olmakla anlaşılır.
- Bu nimete nasıl kavuşulur efendim?
- Buna kavuşmak için bu nimete kavuşmuş olan Allah adamlarının yanında yetişmek lazımdır. Bu büyüklerden biri ele geçerse kıymetini bilmeli, onların emirlerini yapmaya, canla başla sarılmalıdır.
|