Mazhar-ı Can-ı Canan “rahmetullahi aleyh”, büyük âlim ve üstün Veli idi.
Üstadına olan ihlası, sevgisi ve muhabbeti fevkalade çoktu.
Bir gün sevdiklerine;
- Her neye kavuştuysam, hocamın sayesinde kavuştum, buyurdu. Bir Müslüman ne kadar ibadet etse de Allah’ın rızasına ermesi yine zordur.
Ve ekledi:
- Ama bir Allah dostuna, bir mübarek Veli’ye sevgi beslerse, O zatın bereketiyle Allah’ın rızasına kavuşması kolay olur.
Sordular:
- Hikmeti ne efendim?
- Çünkü Evliya zatlar Allahü teâlâya çok yakındırlar. Asıl mesele, Onların kalblerine girmektir.
Ve ekledi:
- Onların kalbine girebilmek için ne gibi hüneri varsa göstermelidir insan.
Nimet mi var, azab mı?
Mazhar-ı Can-ı Canan hazretleri “rahmetullahi aleyh”, birkaç talebesiyle kabristana gitmişti bir gün.
Kabir ziyareti yapacaklardı.
Bir kabrin başında oturup içeriye teveccüh eyledi.
Yani bu kabirde nimet mi var, yoksa azab mı?
Bunu anlamak istiyordu.
Hak teâlâ gözünden perdeyi kaldırınca gördü kabirdeki mevtanın halini.
Talebeye dönüp;
- Bu kabir, büyük günah işleyen bir kadına ait, buyurdu. Şu anda kabrinde Cehennem ateşi var.
Ve ekledi:
- Ama imanlı mı, değil mi, belli değil.
Ardından;
- Benim, önceden okuduğum yetmişbin adet kelime-i tevhid var, buyurdu. Bunu bu kadının ruhuna bağışlıyorum. İmanı varsa tesirini gösterir.
Sonra tekrar teveccüh etti kadının mezarına.
Ve sevinç içinde;
- Elhamdülillah imanı varmış, buyurdu. Kelime-i tevhid tesirini gösterdi ve Hak teâlâ affetti günahlarını.
Sordular:
- Azabı kaldırıldı mı efendim?
- Evet. Azabtan kurtulup büyük sevince garkoldu kadıncağız.
|