İmam-ı Buhari “rahmetullahi aleyh” hazretlerinin ilminin üstünlüğü ve dininin bütünlüğü her yere yayılınca, insanlar her taraftan yanına üşüşmeye başladı.
Ancak bazı kimseler haset ettiler Ona.
Hakkında dedikodu çıkardılar.
O da buna çok üzülüp, Nişabur’dan Buhara’ya göç etti.
İnsanlar, akın akın gelip ziyaret etiler kendisini.
Oranın valisi bunu haber alınca bir haberci gönderip;
- Git söyle, yanıma gelsin! diye emir verdi.
O görevli de gelip;
- Valimiz sizi huzuruna çağırıyor, dedi. Zira ilmi, bizzat sizin ağzınızdan dinlemek istiyor. Çocuklarına da ders vermenizi istiyor ayrıca.
İlmi zelil edemem
Büyük İmam biraz düşünüp;
- Benim Ona gitmem uygun olmaz, buyurdu. Zira ben kalkıp valinin ayağına gidersem ilmi zelil ederim. İlim almak isteyen, ilmin yanına gelir. Âlim onun ayağına gitmez.
Ve ekledi:
- Çocukları da ders için buraya gelmeliler. Zira vaktimi onlara tahsis edersem, diğer talebelere haksızlık olur.
Haberci dönüp, valiye arzetti durumu.
Ancak bu cevap, nefsine ağır geldi valinin.
Gururuna dokundu bu sözler.
Bundaki inceliği anlayamayıp öfkelendi ve;
- Öyleyse terk etsin bu memleketi! diye kükredi.
Yâ Rabbi, ruhumu al!
Hazret-i İmam, çok üzüldüyse de bir şey demedi.
Allahü teâlâya havale etti onu.
Bir ay geçmemişti ki, o vali yolsuzluk yapıp, alındı görevinden.
Ceza olarak bir merkebe bindirilip sokak sokak gezdirildi şehirde.
İnsanlar yüzüne tükürdüler.
Çoluk çocuk bile hakaret etti kendisine.
Ve onun bu halinden, ibret aldı insanlar.
Hazret-i İmam ise oradan çıkıp Semerkant’a gidiyordu ki, orada da hakkında dedikodu yapıldığını işitti yolda.
Bu insanların halinden çok üzülüp, daraldı temiz ruhu.
Bir gece, teheccüd namazının secdesinde,
- Yâ Rabbi ruhumu al, diye yalvardı.
O gece ayrıldı dünyadan.
|