İbrahim Havvas hazretleri “rahmetullahi aleyh”, bir gün, tepsi içinde nar görmüştü bir dükkanda.
Sorup, ekşi olduğunu öğrendi hepsinin de.
Ama Onun canı tatlı nar istiyordu.
Yemedi onları.
“Sabredeyim. Tatlısını bulursam, o zaman yerim” dedi kendi kendine.
Bu tatlı nar düşüncesiyle ilerlerken, çok hasta birisini gördü yol kenarında.
Çok zayıf ve halsizdi.
Eli ve ayağı da yoktu üstelik.
Onu böyle görünce çok üzüldü.
Dikkat etti, yaralıydı vücudunun çok yeri de.
Hatta yaraların üzerine yabani arılar üşüşmüştü.
Bu kişi, muhakkak Evliyadır diye düşünerek;
- Sen bu dertten şifa bulmak istemez misin? diye sordu.
- İstemem, dedi adamcağız.
- Peki istemeyişinin hikmeti nedir acaba?
- Bu dertten kurtulmak, nefsimin arzusudur. Bunu ise, Rabbim istiyor, işte hikmet bu.
Sen arıları bırak da…
Ve ilave etti:
- Benim hasta olmamı istemeseydi, ben de böyle olmazdım. Hak teâlâ bir dert verirse, kula düşen, buna razı olmaktır.
- Yaralarını arılar sarmış. Kovayım mı onları?
- Hayır, kovma. Bırak dursunlar.
- Neden efendim?
- Senin de kalbine tatlı nar düşüncesi üşüşmüş. Sen benim arıları bırak da, kendi kalbindeki tatlı nar fikrini kovmaya bak.
Mümin neden güzeldir?
Bu zat, bir gün cemaatine;
- Müminin güzelliği ne ile ölçülür, biliyor musunuz? diye sordu.
- Bilmiyoruz efendim, dediler.
- Müminin güzelliği, ne namaz kılmasıyla, ne de orucuyla belli olmaz, buyurdu.
- Ya neyle belli olur hocam?
- Kalb kırmamasıyla belli olur.
|