Abdullah bin Mübarek hazretleri “rahmetullahi aleyh”, bir zaman uzak bir sefere çıkmıştı ki, bir ara yol kenarında ölmüş bir merkep gördü.
Yanında da biri oturmuş ağlıyordu.
- Niçin ağlıyorsun? diye sordu ona.
Adam gözyaşları içinde;
- Ben fakir biriyim. Bu hayvanla iş yapıp geçimimi sağlıyordum. O da ölünce ne yapacağımı şaşırdım, dedi.
Bu defa sordu ona:
- Pekâlâ, bu hayvanı bana beşyüz dirheme satar mısın?
Gözleri parladı adamın:
- Satarım, ama ölü hayvanı ne yapacaksın ki?
- Mühim değil. Sen sıkıntıdan kurtul, kâfi.
Ve beşyüz dirhemi verip aldı o ölmüş merkebi.
Fakir, sevinerek döndü evine.
Bu merkeb kiminse…
Ve o gece, mahşer yerini gördü rüyasında.
Cennete girip gezinirken merkebini gördü orada.
İnci ve yakutlarla süslenmiş geziyordu yeşillikler arasında.
Bir melek de onu gösterip;
“Bu merkep kiminse, ona müjdeler olsun!” diyordu.
Fakir, sevinçle koştu meleğe:
- Ey melek! O benim merkebimdi.
- Evet senindi, ama öldüğüne ağladın ve sattın onu başkasına. Bak önünde ne yazıyor?
Fakir bakınca, “Bu binek, Abdullah bin Mübarek'e aittir” yazısını okuyup, çok üzüldü.
Ve uyandı uykudan.
Ben satıştan vazgeçtim
Anlamıştı hatasını.
Koşup yetişti Abdullah bin Mübarek hazretlerine.
Ondan aldığı o beşyüz dirhemi kendisine uzatıp;
- Ben satıştan vazgeçtim, dedi. Al şu paranı.
Büyük Veli tebessüm etti:
- Bu geceki rüya için mi vazgeçiyorsun?
- Evet.
- Pekâlâ ben de vazgeçtim. Ama para sende kalsın. Musibete sabretmek lazım geldiğini anladın değil mi?
- Evet, çok iyi anladım efendim.
|