Seyyid Ahmed Rıfai hazretleri “rahmetullahi aleyh” zamanında hayâsız biri vardı ki, bu büyük Veli’yi sevmez ve kötü şeyler söylerdi hakkında.
Dedikodu yapardı.
O tevazu ettikçe, arttırırdı hakaretlerini.
Bir gün de, aleyhinde bir mektup yazıp bu zatın bir talebesine verdi ve;
- Bunu, hocana götür, dedi.
O talebe mektubu bu zata teslim edince, büyük Veli;
- Aç da oku, buyurdu.
Talebe okudu mektubu.
Baştan sona hakaretlerle doluydu mektup.
Hem de ağzı alınmayacak cinsten.
Ancak hiç üzülmedi mübarek zat.
Kağıt kalem getir!
Talebesine;
- Kağıt kalem getir, buyurdu.
Ona cevap olarak;
- Ey kıymetli efendim! Buyurduğunuz gibi çok kusurlarım vardır benim. Hakkımda yazdığınız şeyler, hep doğrudur. Ne yapayım ki, hatalarım benliğime işlemiş. Sizin de yazdığınız gibi işlerimin çoğu günah. Ama gayret ediyorum. Siz de dua buyurun da, düzeleyim inşallah, diye yazdı.
Ve o talebesiyle gönderdi bu kişiye.
Adam bu cevabı okuyunca, insafa geldi.
Utanıp, pişman oldu yaptığına.
Anladı tam olarak onun büyüklüğünü.
Huzuruna koşup özür diledi.
Elini öpüp talebesi olmakla şereflendi.
Allah kulunu severse…
Bir gün bu zata;
- Allahü teâlânın bir kulunu sevdiğinin alameti nedir efendim? diye sordular.
Buyurdu ki:
- Bir insan Allahü teâlâyı ve Onun dostlarını sever, buna mukabil kendi nefsinden soğuyup tiksinmeye ve nefret etmeye başlarsa, bu hâl, Allahü teâlânın o kulu sevdiğinin işaretidir.
|